HYUNAM-DONG KİTABEVİ - HWANG BO-REUM KİTAP YORUMU :

Bu yıl bahar aylarında okuduğum kitaplardan biri de Hyunam-Dong Kitabevi’ydi ama sonbahar değil ilkbahar :)

Maalesef yorum yazma işini geciktirmemin makul bir açıklaması yok… Sadece artık yeterliyim bunu söyleyebilirim :D


Kitaplar bizi başkalarının önüne ya da üstüne koymaz; başkalarının yanında durmamızda yardımcı olur.

 

Bu kitap bana verilen hediyelerden biriydi. Yoksa kendim gidip almazdım o sevimli yüzüne rağmen. Aslında rağmen mi demeliyim bilmiyorum. Belki de tam da bu yüzden demek daha doğrudur. Çünkü kapağının sempatikliği ve kitabın türü bir araya gelince, önceden beni sarmayan yüzü güzel içi boş kişisel gelişim kitabı minvalinde bir şeyler okuyacağım herhalde derdim. Bu konuda ön yargılıyımdır evet :’) Hyunam-Dong Kitabevi bu ön yargımı yıkabilmem için bana iyi geldi! Yıkamasam da kırıldılar.


KONUSU :

Yeongju’nun beyaz yakalı işinden ayrılıp Seul’ün sakin bir mahallesinde kitap kafe açmasını anlatıyor.


Kitabın arka kapağını okuyunca aklıma ilk gelen meşhur o gönderi oldu: ‘’ Arkadaşlar işinden istifa edip şirin tatlı bir kafe açmak isteyen varsa bizimkini devrediyoruz.’’  Hayaller, hayatlar mı dedirtecekti bu kitap yoksa? Ama yazarın kitap içinde verdiği bir dinleme önerisi eşliğinde ( dinlemek için tıklayabilirsiniz) okumaya devam ettim. Başlangıçta bir çıtadan bile söz edemeyeceğim bir kitaptır diye düşünsem de yazar sade ama duyguyu aktarabilen bir dilde oluşturduğu kahve-kitap dükkânı dünyasında kendine bir çıta oluşturmayı başardı.


Kitap söyleşisine her hazırlandığında gergin oluyor, etkinlikten birkaç gün önce kendini bu sıkıntıya neden soktuğunu sorgulamaya başlıyordu. Göz önünde olmayı dahi sevmiyorken, konuşmayı bile beceremiyorken niçin böyle bir işe giriştiğini düşünüyor, pişmanlığa kapılıyordu. Fakat söyleşi başlar başlamaz pişmanlığını unutuyor, her anın tadını çıkarıyordu.


 

Yazarın duyguyu aktardığını düşünmemin sebebi, benzer bunalmışlığın ve sorgulamaların farklı tonlarından geçiyor olmam da olabilirdi. Yine de tükenmişlikle uzaktan yakından alakası olmayan taze çiçek okur bir arkadaşın da Hyunam-Dong Kitabevi’ni beğendiğini söyleyebilirim. Kitaba kapağından ve dolaylı olarak benden etkilenerek başlamış olsa da :)


İşgücünün sınırlarını aşması halinde sevilen işin ‘’zorunda kalındığı için yapılan bir işe’’ dönüşeceğini çok iyi biliyordu. Sevdiği bir görev bile onu zorluyorken, hiç sevmediği bir görevi üstlenmesi gerekirse iş tamamen angaryaya dönüşürdü. Çalışmayı keyifli kılan şey, işin ölçüsünün ne derece makul olduğuydu.



Korelilerin Slice of Life türünden güzel işler çıkardığını zaten düşünüyordum. Ama bunun daha önce sadece dizi ve film örneklerini görmüştüm. Yazarların anlattığı bu tür, izlediklerimin aksine bana hiç geçmiyordu. İlk defa bir Koreli yazar bana bu türün okuma deneyimini yaşatabildi. Baş karakter Youngju’da, kitabevine söyleşiye gelen yazarda, barista gençte, liseli çocukta yaşadıklarımdan parçalar bulmak ve bu parçaların nasıl da ifade edilebilir hâle getirildiğini görmek güzeldi.


Çenesini sağ eline dayamış dışarıyı izleyen haliyle tıpkı kafese kapatılmış bir yavru kuşu andırıyordu. O çocuğu kafese kim kapatmıştı? Çocuk kafes kapağının içeriden de açılabileceğinden haberdar mıydı?

O gün ben de aklıma bir şey gelmiyor demiştim. Aslında belli belirsiz olsa da ne beklediğimi biliyordum; ama duygularımı acele içinde öğrenmemem gerektiğini düşündüm. Hızlıca fark etmektense, yavaş yavaş anlamak istedim.



KİTAPTAN ALINTILAR :

Ofis çalışanları her an değiştirilebilecek ve sürekli tekrarlayan bir rutinin içine sıkışıp kalmış, acınası bir aletti. Öte yandan sözleşmeli personeller çarkın dişlisi bile olamayan varlıklardı. Olsa olsa dişlilerin düzgün dönmesine yardımcı olan yağ yerine geçiyorlardı. Aletlerin aleti gibi yani. Şirketler, sözleşmeli personellerine suyla karışamayan yağ muamelesi yapıyordu.

 

Kendini kaybederek çalışan bendim çünkü. Sağlıklı bir zihniyetle çalışamadığım geçmişime dair çok fazla pişmanlık duyuyorum. Ben, işin bir merdiven olduğunu düşünmüştüm; zirveye ulaşmak adına çıktığımız bir merdiven ama iş denilen aslında yemek gibi bir şeydi. Her gün yenilen yemek… Vücudumu, kalbimi, zihnimi ve ruhumu etkileyen yiyeceklerdi. Dünyada alelacele yenilen yemekler de, tadına vararak yavaşça yenilen yemekler de vardır. Ben artık sıradan yemekleri içtenlikle yiyen bir insan olmak istiyorum, kendi iyiliğim için.


 🌸☀🌞☀🍂


Kitabı okuduktan sonra okumanızı önerebileceğim yazarın çok hoşuma giden son sözü ile ben de yoruma son noktayı koyuyorum. Çizmek istediğiniz resmi çizebilmeyi başarmışsınız Hwang Bo-Reum-ssi!

 Sevgilerle…

 

''Enerjimizi söküp almayan, tam aksine içimizi dolduran; başlangıcında beklenti, sonundaysa memnuniyet olan bir gün. Bizi büyüten durumların olduğu, büyümekten doğan umudun yeşerdiği, güzel insanlarla yapılan anlamlı konuşmaların çiçek açtığı bir gün. Hepsinden önemlisi bedenin keyif sürebildiği, zihnin kabullendiği bir gün. Ben böyle bir gün ve böyle bir gün geçiren insanların resmini çizmek istemiştim.

Yani ben, okumak istediğim hikâyeleri yazmak istiyordum. Kendi hızını ve yönünü bulan, düşüncelerle boğuşan, sarsılan, umutsuzluğa düşse de kendine inanıp bekleyen insanların hikayelerini; çabalayıp toparlanmadıkça kendi benliğimiz de dâhil olmak üzere kendimizle ilgili birçok şeyi küçümser hale geldiğimiz bu dünyada, küçük çabalarımız, emeklerimiz ve istikrarımızı savunan bir hikaye. Daha iyisini yapmalısın diyerek kendimizi zorladığımız için günlük yaşamın neşesini yitiren bizleri sıcacık kucaklayan bir hikâye.''



Yorum Gönder

1 Yorumlar

  1. Bu tarz kurgular bana artık çok basit geliyor ama bir tek uzak doğululardan okuyabiliyorum. Onların yaşamı da ya böyle ya bende böyle bir izlenim bırakmışlar... bu nedenle kitaplarda kendine has bir hava oluyor. Bu kitabı ınstagramda çok gördüm. Ben de gidip alır mıyım bilemiyorum ama denk gelirse (kütüphanede veya indirimde) alıp okuyabilirim. Severim de muhtemelen.

    YanıtlaSil