Yıl 2024. Nobel
Edebiyat Ödülü’nü Koreli bir yazar aldı bilirsiniz: Han Kang.
Ben bu yazarı okumadım.
Dahası Kore
Edebiyatı’na dair hiçbir şey okumadım.
Aferin bana!
Muhakkak okuyayım diyorum
ama ön yargıysa ön yargı, yazarın ne Vejetaryen’ini ne başka bir romanını seveceğimi
düşünmüyorum. Kitabı kütüphaneden kaç defa alayım dedim ama yok, elimi kitaba götüremiyorum.
Aman dedim en sonunda, atom çekirdeği mi parçalayacağız altı üstü ön yargı
deyip uzanmayı başarabildim kitaplara. Lâkin atom çekirdeğini parçalamak, ön yargıları parçalamaktan kolaydır
diye boşuna dememişler, deste deste Han Kang kitabı arasından gittim ‘’başka’’ Koreli
yazarların rafta eser miktarda
bulunan kitaplarından alıp çıktım.
Üzgünüm Nobel, üzgünüm yazar hanımefendi bana yine başka baharasınız… Ama yine de iyi ilerledim di mi :)
Kore Edebiyatı’na planlamadığım
şekilde böyle bir girişim oldu anlayacağın sevgili okur…
Bu yorumu gerek deneyimimle gerek alıntılarla biraz
uzatacağım için şuraya yazıya eşlikçi parçalar bırakıyorum:
COSMIC RAILWAY – EXO TAEYANG - NIGHTFALL
Cevapsız Mektuplar ve Veda,
işte benim Kore Edebiyatı’na plansız giriş kitaplarım :)
Benim kütüphaneden bu
kitapları ödünç aldığım hafta, il dışından uzaklardan çok sevdiğim biri geldi
ziyaretime. Çok zaman olmuştu yüz yüze görüşmeyeli ve kendisi bu şehre ilk kez
kalmaya geliyordu. E öyleyse? Doyasıya deniz, doyasıya eğlence!
Fazla vaktimiz de
yoktu aslında, iki günde ne yapabilirsek onu yapacaktık. Gezi rotamızı çizdim,
planımızı yaptım.
Geldiği ilk gün gökyüzü
kapalıydı ama hava güzeldi. Gecenin ilerleyen saatlerini bile dışarıda
değerlendirdik. Ertesi sabah için havadan yana sevimsiz bir uyarı geçti telefonum:
Yağmur bekleniyormuş! Ama ertesi gün uyandığımızda hava pek parlaktı, belki
tahminler asılsızdı… Şemsiye almamıza bile gerek kalmayabilirdi.
Neşeyle kahvaltımızı
yaptık. Çıktık, ben de gezi planımızı uygulamaya koydum :) Yorulunca yemek
yiyelim de hız kesmeden ikinci yarıya geçelim dedik. Ama verdiğimiz ara
esnasında gökyüzü bozmuş, sakin sakin toplanan beyaz bulutlar ne ara renk
değiştirdiğini anlamadığım bir şekilde kararmışlardı. Derken rüzgâr da başladı.
Öyle böyle değil, bir şeye kızmış da hıncını sahilden kumlarla beraber
insanları da süpürerek atarcasına bizi yarı sürükleyerek en yakın kafeye kaçmaya
-pardon oturmaya- mecbur bıraktı. A planım ciddi manada suya düşmüştü.
Gökten bir damla
yağmur düşsün sahil kafelerinde yer kalmıyor burada zaten, yine aynısı oldu. Her
yer insan, her yer insan. Oturabilecek miyiz bakalım derken tıklım tıklım
kafede nasibimize mükemmel bir köşede kahve makineleri ve mekanın uğultusu
eşliğinde kahvelerimizle oturmak düştü de rahatladım.
Hahah diye düşündüm,
bu sadece A planıydı. Daha B, C, D, E, F, G planlarım var. Hepsi de suya
düşemezdi ya :D
Kahvenin yanına ne
iyi gider? Kitap! Çok şükür çantama iki kitabı da atmıştım. Hâl böyleydi madem biz
de günün devamını Kitap Okuma Buluşması’na çevirmeye karar verdik. Karşı taraf Veda’yı seçince payıma Cevapsız Mektuplar düştü benim de.
Cevapsız Mektuplar’ı okumak; biraz da fondaki beyaz gürültü ve
kahve kokusunun etkisiyle, camın gerisinde şiddetle sallanan palmiyeler olmasa havanın
fenalığını unutturacak cinsten kuvvetli bir etki gösterdi üstümde. Uzun lafın
kısası bu büyülü atmosfere yakışır bir kitap çıktı Cevapsız Mektuplar.
O kız, inanılmayacak derecede
tıpkı eskiden olduğu gibiydi. Önüne düşen saçlarını sol eliyle arkaya atma
alışkanlığı bile aynı. Bu nedenle biraz öfkeleniyorum. Çünkü az da olsa
değişmiş olsaydı onu başka birisi sanabilirdim. O kızın seçtiği kahve bir sihir
gibi o günkü keyfime ya da havaya uygun olurdu. Bugün de kesinlikle öyle
olacak.
Aslında kahveyi sevmem. O kızla
tanışmadan önce benim için kahve, tadıyla kokusu büsbütün farklı bir içecekti.
Kokusu oldukça güzeldi ama tadına baktığımda bildiğim kokunun tadı asla
gelmediği gibi, tıpkı Doğu'nun geleneksel tıbbında kullanılan, acı mı acı ilaç
tadını andıran bir çaydı. Bundan dolayı tadı, kahve değil de arada bir şekerin
hatırına içtiğim çaydı. O kızla tanışınca kahvenin tadını tam anlamıyla aldım
ama o kızdan ayrıldıktan sonra kahve, benim için arada bir içtiğim bir çay
oluverdi. Ayrılmak böyle bir şey işte. Biriyle görüşmeden önceki eski durumuna
dönmek...
Sipariş verdikten sonra bana
delici gözlerle bakarak soruyor:
"İyi misin?"
Muhtemelen "Benden ayrıldıktan
sonra iyi misin?" demeye getirmişti. İyiyim dersem üzülecekti, iyi değilim
dersem üzüldüğünü söyleyecekti.
Okumaktan giderek
daha fazla keyif aldım. Karakterin yolculuğunu, düşüncelerini, köpek Wajo’yu
giderek daha fazla benimsedim. Ben de onlarla yola koyuldum. Ve Wajo bana
ileride bir şeyler yazarsam eğer, olay örgümde bir evcil hayvana yer vermem
gerektiğini hatırlattı.
Ayrıca Motel Ay ve Altı Peni’nin sahibi olan adamın ressam olması ve bütün kapılara sayılar yerine ressam adlarından oluşan isimler verip odaları o temayla döşemesi: Gogh’un odası, Picasso’nun odası gibi bana verdiği güzel bir ilhamdı.
Yan taraftaki sehpanın üzerinde
duran Hopper'la ilgili kitaplara göz atıyorum. 1882'de doğup 1967'de öldüğü,
Amerikan realizminin temsilcisi olduğu yazıyor. Benim gibi seyahat eden, yol
üstünde kabataslak resimler çizen bir ressam. Hopper şöyle diyor:
"Muhtemelen bilinçsizce büyük şehrin yalnızlığını resmetmek
istiyordum." Yalnızlığı bilen bir ressam, bundan dolayı yalnız bir ressam,
hâliyle de yalnızlığı resmetmekten başka çaresi olmayan bir ressam.
Cevapsız Mektuplar’ın
üzerinde bir de 14. Munhakdongne Yazar
Ödülü ibaresi yer alıyor. Çağdaş/Modern
Edebiyat anlamına geliyormuş Hyundae
Munhak. Kitabın sonuna yazarla yayınevi çalışanının görüşmesinden
ekledikleri kısmı da sevdim. Yazara dair daha çok şey öğretiyor. İki kız kardeş
yazarmış meğer, evde çifte yazar var bir düşünün.
Jang Eun-Jin’in bu bölümde geçen kitap almakla ilgili şu sözleri de aklımda kalacak:
"Kütüphaneden kitap ödünç alıp okuduğum acemi yazarlık
dönemlerimde fotokopi masrafından kurtulmak için elimle yazarak notlar aldığımı
bilirim. Son zamanlarda satın aldığım kitaplar okuyorum, bu bile bana sanki zengin
olduğum hissini veriyor. Kitabı ödünç alıp okuduğumda içindekileri de ödünç
almış gibi oluyorum, satın alarak okuduğumda ise nedendir bilmem ama
içindekiler de bana ait olmuş gibime geliyor."
Çantasına sadece bir kitap ve MP3 çalar atıp köpeğiyle birlikte evini terk eden Jihun, her gün başka bir motelde konaklayıp yolda karşılaştığı insanların hikâyelerini dinler. Geçici yoldaşlarının isimlerini öğrenmek yerine onları numaralandırır ve adreslerini not eder. Bir zamanlar şair olmayı hayal eden komadaki arkadaşına şiirler okuyan 239; bir yanlış anlaşılma yüzünden her gün aynı hatta trenle yolculuk eden 109; intihar etmeye karar veren 32 ve daha nicesi… Jihun seyahati esnasında her akşam bu sayılardan birine mektup yazar, böylelikle onları teselli etmek, kendi deneyimlerinin kaydını tutmak ve yalnızlığından kurtulmak ister. Seyahatini bitirmesi kendisinden önce bir mektubun evine varmasına bağlıdır.
Jang Eun-jin “Cevapsız Mektuplar”da modern hayatın yalnız gezginlerine birlikte yolculuk etmeyi teklif ediyor. İletişim araçlarının gün geçtikçe arttığı buna karşılık hakiki paylaşımların azaldığı bir çağda başkalarını anlamanın ve bağ kurmanın kıymetini hatırlatıyor. Acıyla mizahın iç içe geçtiği bu eser umudun parıltısını satırlarında taşıyor.
Sözlerini anlamadığım bir pop şarkısı çalmaya başlıyor. Trene binildiğinde, metrodan farklı olarak, düşünceler derinleşiyor; anımsanan insanlar çoğalıyor. Genelde bu türden düşünceler, hatırlama denilen yöntemle geçip gidiyor. Tıpkı camın dışındaki manzaranın geçip gittiği gibi. Muhtemelen bunun nedeni, metronun geçim mücadelesi için kullanılan bir ulaşım aracı olduğundan daha kaotik ve kaba görünmesi; trenin ise aksine romantizm mücadelesi için kullanılan bir ulaşım aracına yakın olmasından dolayı insana daha rahat gelmesi idi.
O yaştaki herkes gibi 239 da
gençliği ile umutsuzlukları arasında kalarak çile çekmekteydi. Sadece gençlik,
kendi içinde salt güzeldi ama 239'un ağzından "umutsuzluk" denen
kelime çıktığında, adeta bu aşırı umutsuzluğun dibini tatmış gibi oldum. O
anda. 239'un yaşlarındayken kendi durumumu düşündüm. O zamanlar benim
umutsuzluğum sadece bir taneydi. O da konuşurken kekelememdi. Ama bu bir tek
umutsuzluğun sayısız umutsuzluğu, tangır tungur bir el arabası gibi sürükleyip
getirdiğini o yaşta öğrenmiştim.
Mucit babamın daima söylediği bir söz var: "Geçmiş
bugüne; bugün de geleceğe kurban gider." Tıpkı onun bu sözü gibi, kurban
giden bugünüm, yarınımı göz kamaştırıcı bir biçimde aydınlatacak. Bu inançla
mektubumu zarfa koyup iyice kapatıyorum.
"Vereceğin teselliden geçtim de bu fazla acımasız olmadın
mı?"
"Sadece hayal gücümü konuşturdum o kadar."
Son zamanlarda kitap okuyunca daha da yalnızlaşıp
hüzünleniyor gibiyim. Bilhassa roman olduğundan böyle hissediyorum sanırım.
Çünkü roman denilen şey insana dair bir hikâyedir. Genellikle birden fazla
kişinin geçtiği bir hikâyedir. Sadece bir kişiden bahsedilen bir roman olsa
belki ne yalnızlaşır ne de hüzünlenirim. Şöyle bir düşündüm de şimdiye dek
sadece bir kişiden bahsedilen bir roman okumadım galiba. Muhtemelen böyle bir
roman var olmayacaktır.
Her ne kadar kusursuz olsan da zayıf bir tarafının
olabileceğini düşündüm. Tam o sırada dikkatimi çeken oydu. Hayır, ona bakıp
duran senin gözlerindi. Sevdalı gözlerdi. Senin de birisini sevebilecek, kalp
taşıyan bir insan olduğunu o zaman ilk kez anladım. Böylece senin savunmasız,
zayıf noktan; benim de hedefim belli oldu: kalbin.
Kendime göre de ben çaresiz bir evlattım. Elbette edinmek istediğim
bir yığın meslek, içimde bitmek tükenmek bilmeyen danslar ederek dönüp
duruyordu.
Maaşlarından avans alır gibi kendi mutluluklarını başkalarınınkine
kıyasla daha öne alarak erkenden tüketenlerden bir farkları olmasa gerek. İnsanların
her birine ayrılmış, belirli miktarda bir mutluluk varsa ve o mutluluğu kişi
canının istediği yere koyabiliyorsa, böyle bir mutluğu öne koymak mı iyidir
yoksa arkaya koymak mı? "Ben olsaydım arkaya koyardım," demek
istiyorum birilerine.
Bana bakıp duran o kızın yüzü soruyla dopdolu. Soruyla
dopdolu olması bakımından kafamın içi de aynı durumda. Gelgelelim soru sorup
cevaplamak için metro denilen yer uygun değil gibi.
…insanlar işleri başından aşkın bir halde tavşanlar misali
sadece önlerine bakarak koşuşturur. Yavaş kaplumbağa, şehirde asla birinci
olamaz. Kaplumbağa kaplumbağadır, tavşan tavşandır. Kaplumbağa ancak tavşan
tembellik yaptığında birinci olabilir. Masallardaki gibi. Masallar sadece
gerçeği anlatır. Ne var ki üzücü olan şehre kadar gelip de tembellik eden
tavşanın olmamasıdır.
🚊
Çantasına iğneden ipliğe her şeyi sokuşturan insan, seyahate
çıksa da en az sokuşturduğu eşya kadar yorgunluğa ve strese maruz kalır. Sadece
çantanın ağırlığı bile buna yeter. Yükten kurtulmak için çıkılan bir seyahat
birden yükün ta kendisi oluverir.
Bu yıl okuduğum en unutulmaz kitap olarak buluyorum Cevapsız Mektuplar’ı. Yazısını da aceleye getiriyorum çünkü bu yılda tarihe geçsin, bu yıldan iz bıraksın istiyorum bloğumda :)
Keşke daha fazla alıntıyı buraya sığdırabilsem, keşke okuyacakların tadını kaçırmadan burada daha fazla şey anlatabilsem hakkında. Yine de bir düşünce var ki bana engel oluyor: Hakkında bir şeyler bilmek isteyecek kadar bilip gerisinden bihaber okumak en iyisi olabilir kitabı.
Dipnot: Kitap Okuma Buluşması için kahve seçimin en iyisi olmasa da sen en iyisisin :)
8 Yorumlar
Gerek yazımı gerekse estetik resimleri ile yine çok güzel bir yazı olmuş. 2024'ü bu yazı ile kapatıp 2025'e hoş geldin diyorum. Umarım 2025 yazarın blogunda daha fazla eser görebileceğimiz bir yıl olur diyerek bu yorumu okuyan herkese yeni güzel bir yıl diliyorum <3
YanıtlaSilYeni yıl umarım güzelliklerle geliyordur bize, herkese, dünyaya... 2024 iki arada bir derede kalmış bir sayı gibiydi, 2025 daha ciddi bir sayı, daha büyük, daha iyi, tutarlı -ve tutan- beklentiler hissetmek istiyorum bu yıldan :D Umarım daha fazla dolaşabilirim blog aleminde, uzakken özlüyorum burayı. Bu yorumu okuyan herkese mutlu yıllar diliyorum ben de :)
Silokuma hikayen kitaptan daha keyifli. bu kitabı okumadım ama günümüz uzakdoğu edebiyatı çok başarılı çok iyi diyebilirim :)
YanıtlaSilKitap daha keyifliii :D Edebiyatta çok uzaklaşamamıştım ben doğulara. Böyle böyle başaracağım. Bakalım okumaya devam edersem ben de sana katılırım belki Deep :)
SilHer millet aslından kendi kültüründen parçaları da yansıtıyor kitaplarına (doğal olarak). Genel olarak uzak doğulu yazarların kitaplarında farklı bir etki var. Tabii bunlar da ülke ülke farklılaşıyor (şimdiye kadar Çin, Kore ve Japonya'dan okudum - başka uzak doğu ülkelerinin kitapları çevrildi mi zaten emin değilim). Dilleri genelde basit, karakterleri gerçekçi ama soğuk geliyor bana. Kore Edebiyatı ile yıllar önce Han Kang'ın Vejetaryen'i ile tanışmıştım. Yazardan okuduğum tek kitap da bu. Gerçekten yıllar evvel okudum ve o zamanlar kitabı beğensem de yazarın ileride Nobel alacağını düşünmemiştim. Sen sanırım direkt Kore Edebiyatı diye önyargılı düşünmüşsün ama ben Vejetaryen'i eskiden okumasaydım şimdi popüler diye önyargılı olup okumazdım. Böyle de ilginç biriyimdir. :) Her neyse o kitap da ilginç bir kitaptı bence, önerebilirim. Bu kitap da ilgimi çekti. Arkadaşınla, bazı aksiliklere rağmen, güzel bir gün geçirmenize de sevindim. Hoş bir anısı olmuş kitabın da. :)
YanıtlaSilÇin ve Japon Edebiyatı'ndan okuduğum yazarlar var. Hatta sevdiğim bile var. Kanını Satan Adam'ı beğendiğimi hatırlıyorum. Başka Uzak Doğu ülkelerinin de çevrilmiş kitapları vardır ama emin olamayacak kadar azınlıktadır sayıları diye düşünüyorum :')
SilNitelikli bir tespit. Bu alanda geniş bir okuma deneyimim yok ama Yu Hua bazında düşünürsek bile çok geçerli.
Sanırım önyargılı düşündüğüm konu Kore Edebiyatı değil de ''popüler'' Vejetaryen kitabı gibi türevleri. O ilginç antikalık bende de var çünkü :D Ben popüler olmama zamanlamasını kaçırdım bu yazara. Yine de sen öneriyorsan şans verilir, okurum yani.
Güzel bir gündü ama kurt o günkü yediği ayazı ve yağmuru unutmayacak :)
Hiç planlamadan arkadaşınla birlikte karşılıklı kitap okumaya başlamak ne güzel bir keyiftir , nasıl bir krizi fırsata çevirme olayıdır :))) Kitabı yorumlama şeklinizin böyle kişisel bir hikaye çerçevesinde olması çok hoşuma gitti. Kaleminize sağlık. Çok sevgiler :)
YanıtlaSilKore edebiyatı benim de uzak olduğum, daha doğrusu henüz pek okuma fırsatımın olmadığı bir tür doğrusu :)
YanıtlaSilNe güzel, uzun uzun yazmışsınız...