Senenin son demleri… Yıl ve kış bitmeden bir kar görelim bâri diyerek geçtiğimiz hafta sonlarından birinde şehir merkezinden dağ başına kaçtık. Daha dağın yamacındaki kızak satıcılarından başladı bugün kaymanız mümkün olmayabilir uyarısı. Rüzgâr o kadar fazlaydı ki, geçirdiğim her uçma tehlikesi karşısında uyarıldığım anları içimden yâd etmedim değil :)
Kalabalık güven vericiydi, teleferik çalışmıyordu ve kızakları satın alırken o kadar da rüzgâr varmış gibi değildi. İlk kayış çok da problemli değildi ama tekrar kaymak üzere tırmanırken ilk ciddi karları beraberinde, yüzümüze gözümüze savuran rüzgâr dalgasını yiyince evet dedim dağcılar böyle ölüyorlar sanırım. O sırada Everest’e tırmanan dağcılarla bizi kıyaslayan beyin hücrelerimin sesini kulak ardı etmek zordu, ne diyeyim :D Ceplerime taş koysaydım her şey daha kolay olabilirdi… Savrulmaya direnerek tırmanıp kazasız belasız yeterince kaydığımıza karar verince kar kafelerden birine oturduk. İçerisi tıklım tıklım olsa da cam kenarında güneş vuran güzel bir masada yer edinmeyi başardık. Otomat kahvesi-çikolatası, yanımızda getirdiğimiz mandalinalar ve karlı çamlı irtifası yüksek güzel bir manzara eşliğinde okumayı bile başardım :) İşte okunan o kitap, bu kitap: Misafir Odası.
KONUSU :
(arka
kapaktan alınmıştır)
Melbourne’da yaşayan yazar Helen, evinin misafir odasını üç
haftalık bir ziyaret amacıyla Sydney’den gelen arkadaşı Nicola için hazırlar.
Bu sıradan bir ziyaret değildir: Nicola ileri evre kanser hastasıdır ve onu
iyileştireceğine inandığı bir alternatif tedavi için gelmiştir. Helen bu
süreçte onun dostu, bakıcısı, koruyucusu olmaya gönüllüdür, ancak Nicola’nın
gördüğü tedavinin niteliği ve gerçeklerden kopuk hali Helen’da şüphe uyandırmaya,
anlam veremediği bir öfkeyi su yüzüne çıkarmaya başlar. İki kadının uzun
yıllara yayılan dostluğu nihai bir sınavdan geçecek, Helen içinde
barındırdığını bilmediği hislerle ve kendi sınırlarıyla yüzleşecektir.
Misafir Odası ölüme dair büyük sözler etmeyen, bu kaçınılmaz
sona ve ona eşlik eden duygulara gündelik hayatın ayrıntıları ve bir dostluğun
inişli çıkışlı ritmi aracılığıyla yaklaşan, ele aldığı konunun zorluğuna rağmen
hiç beklenmedik anlarda mizaha ve neşeye de yer açan unutulmayacak bir roman.
Roza Hakmen’in Türkçesiyle.
Helen Garner’ın yazım dili ve konuyu ele alış şekli bana
başka kitaplarını da okutacak gibi görünüyor.
Ölüme yaklaşım üzerine düşündüren, benzer durumda kalan insanlara kıyaslama da yaptıracağını düşündüğüm bir kitaptı Misafir Odası. Ölümcül hastalığa sahip olmanın dışında, bu hastalığa sahip bir yakının olması ve buna nasıl tepki veriyoruzu okumak benim için yeniydi.
Kitaptaki bazı karakterlerin yaklaşımında dikkatimi çeken şu oldu: Kendini ifade etme gücü ne kadar fazla bu insanlarda! Bizde böylesi bir durumda nasıl hissettiğinden bahsetmek daha tabu sanki. Hastalığı çeken kişi ve refakatçileri arasında hisler ifade edilirken, hastalığın yükü paylaşılırken bile –yapabilmesi kolaymış gibi- orta yolun bulunması gerekiyor. Süreç uzun ve yol en iyi böyle yürünüyor. İşin bencesi bu.
Misafir Odası’nın kapak tasarımı ise beğenip bahsetmek isteğim son bir nokta. Karanlığın üstünde açmış kıpkırmızı, pespembe bahar çiçekleri… İçeriği ifade etme gücünü okuduktan sonra daha da yüksek bulduğum bir tasarım oldu. Alkışlar… Kitabı okumaya başladığım manzara da tasarıma güzel bir eşlikçiydi: Kardan örtünün üzerinde pırıldayan güneş ışıkları ve fonda her mevsim yeşil çamlar. Ambiance :)
Beş Senede Devriâlem bildirdi.
Gece yağmur yağdı, usul usul, munis munis. Saat altıda
önümde bir heyula dikiliyormuş hissiyle uyandım, bir yazının teslim tarihinden
önce hissettiğim kaygının aynısı: Kendi içimde yeni bir şey bulma gerekliliğinin
kaçınılmazlığı.
Dehşete düşmüş bir duygudaşlık geçti bakışından. O bakış
beni zayıf düşürdü. Devasa bir yorgunluk dalgası tepeden tırnağa üstümden aktı.
Banktan aşağı kayıp kesilmiş güllerin arasına iki seksen uzanacağımdan korktum.
Aynı anda bir dizi madeni düşünce, demir atılırken çıkan sesleri çağrıştırarak
zihnimde takırdadı. Ölüm inkâr edilemez. İnkâr etmeye uğraşmak kendini
beğenmişliktir. Deliliği ruha sokar. Erdemleri kovar. Dostluğa zehri zerk eder
ve sevgiyi gülünçleştirir.
Sunabileceklerinin sonuna geldiğinde Batı tıbbının
genellikle havlu atıp durumu açıkça bildireceğini, ama Theodore Enstitüsü gibi
kuruluşların insanları kendilerine bulanık umutlarla ta sonuna kadar bağlamaya
meyilli olduklarını söyledi.
Öteden beri kederin en yorucu duygu olduğunu düşünürdüm.
Fakat şimdi en yorucusunun öfke olduğunu anlamıştım. Gecenin geri kalanında
yatağımda cin gibi yatıp için için köpürerek karanlığa baktım.
Durgun bir suya çenemize kadar batmak gibi bir şeydi.
Kollarımızın, bacaklarımızın ağırlığı yoktu, kalplerimizin de öyle.
6 Yorumlar
Yalnız anlatımınıza bakılacak olursa nasıl güzel bir ortamda okumuşsunuz kitabı! :)
YanıtlaSil(savrulmamaya çalışma kısmı okurken bile tedirgin etti:)
Yarın D&R'a uğrayacaktım. Ne güzel denk geldi!
Konusu, alıntıları çok ilgimi çekti.
Çok teşekkürler. :)
Evet kitabı okuduğum atmosfer kitapla paralellik sergileyecek şekilde güzeldi, her zaman böylesi denk gelmiyor :)
SilÖnerinin zamanlamasına gerçekten sevindim. Okuyacak olursanız umarım sizin de seveceğiniz bir kitap olur ^^
Kitabın konusu ve karakterlerin kendini ifade ediş biçimlerini ben de merak ettim. Tanıtım için teşekkürler, emeğine sağlık:)
YanıtlaSilÖncelikle teşekkür ederim :) Merak uyandırmasına sevindim ^^
SilKonu itibarıyla depresif hissettirebilir bir kitap olabilir uyarısı geçeyim ama iyisini, kötüsünü yüzüne yazan bir kitaptı. Hayat gibi güle üzüle bitirilecek bir kitap önerisi :)
Girizgah kısmını çok sevdim :) Olsun çok güzel bir anı olmuş. Kitap da çok ilgimi çekti. Hem konusuyla hem de kapağıyla. Çektiğin fotoğraf ise çok hoş gerçekten. Ellerine sağlık.
YanıtlaSilNe sevindim bu yorumuna... Uçmadan geri dönebilip böylesi bir girizgâh yazabilmem daha da sevindirdi şimdi beni :'D
SilOkusan seversin ve seversen kitabın düşündürdükleri üstüne yazarsın, biz de keyifle derinlemesine okuruz gibi hissettim :)
Parmaklarımın donayazmasına değdi gibi hissettirdi özellikle bu yorumu okumak hihih.